9 Aralık 2013 Pazartesi

İnceleme: Requiem

Gerçekten mutlu son diye bir şey var mı?




Düşük dereceli spoiler alarmı.

Böylesine göz korkutan ve saat misali tıkır tıkır işleyen bir distopya kurduktan sonra serinin son kitabında olayların nasıl bir sonla bağlanacağını, karakterlerin ve en önemlisi bu ruhsuz düzenin akıbetinin ne olacağını merak ederek kitabı okumaya başladım. Daha önce, konunun bir benzerinin işlendiği Matched/Eşleşme serisinin birçok açıdan hayal kırıklığı yaratan son kitabında tecrübe ettiğim okuma deneyimi ve internette bu kitap için yazılıp çizilenler aklımda soru işaretleri oluşturmuyor değildi. Fakat finalde Lauren Oliver, çizgisini bozmadan tüm Delirium serisini okutmayı ve kalemine olan inancımı sarsmayan bir duruşla son noktayı koymayı başardı.
A path and a road for everyone… and for some, a path straight into the ground.

Serinin diğer kitaplarından farklı olarak, Requiem’da Lena ile Hana’nın perspektiflerinden olayları takip ediyoruz. Her ne kadar renkli bir karakter olsa da Hana’nın adını, kendine özel ilk bölüm başında gördüğümde temkini elden bırakmadım. Yazarın ilgimi ayakta tutmak için bana neler anlatabileceğini merak ediyordum ki dışarıdan bakıldığında mükemmel bir hayatı olan altın kızın başına gelenler, bir süre sonra direnişçilerle yaşam savaşı veren Lena’nın yaşadıklarından bile daha ilgi çekici bir hale geldi.
That is the rule of the wilds: You must be bigger and stronger and tougher. You must hurt or be hurt.
Lena’nın Alex ve Julian arasında geçen günleri, ikinci kitabın baskın karakterlerinden Raven’ın önderliğindeki yeni hayatı ve annesi ile ilgili bölümler de tempoyu düşürmüyor. Yazarın dili, kimi zaman okuduğum diğer dört romanında olduğundan daha sade duruyor ama bunun kaliteyi düşürdüğü söylemeyeceğim. Mesela; direnişçilerin suya, elektriğe muhtaç bırakıldığı, açlıkla boğuştuğu anlar yalın ama yine de etkili bir şekilde betimlenmiş. Gelişmiş ve zengin ülkelerde yaşayan okurlar bilmez ama ülkemizde hala gelişigüzel bir şekilde elektrik ve su gibi hayati şeyler aniden kesiliverdiğinden susuz ve elektriksiz geçen saatler akla geliyor hemen.
We are running out of the trees, hundreds of us, drumming up mud and dirt, the rhythm of our feet like a single, swollen heartbeat.
Özgürlük uğruna verilen savaşın ne denli çetin olduğunu bir nebze hayal ettirerek görevini yerine getiriyor yazar. Tüm seriye şöyle bir baktığımda vakit ayırdığıma memnun oluyorum.

Puan: 5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...